Hizmetlerimiz

ZSG Sinerjik Şifa

Kim bilir, kimler bana ne beklemediğim şekillerde davrandılar ve çok üzüldüm. Bu her zaman olabilen, her birimizin başına gelmesi olası bir durum. İnsanız. Zaman zaman hepimiz hiç de öngörmediğimiz durumlarla karşılaşabiliyoruz. En sevdiklerimizden, en güvendiklerimizden, hiç de beklemediğimiz tepkiler alıyoruz, kırılıyoruz, üzülüyoruz, kızıyoruz ve çoğu kez kendimizi ihanete uğramış addediyoruz, hıyanetle yıkılmış halde buluyoruz. Peki bu konuda “öğrendiğimiz ve çoğunluk tarafından kabul görmüş” doğrular dışında dayanak noktamız var mı?

Çok defa yazıp çizdimse de ilk okuyanlar için tekrarlayayım, ben artık “toplumun dayatması” doğrular veya “çoğunluğun onay verdiği haklılıklar” açısından bakmıyorum hayata. Ben var olan her şeyin birbirinin aynısı ve aynası olduğuna yürekten inanıyorum. Bana göre, kedi seviyorsam kedide gördüğüm kendi iç yansımalarımdan hoşuma gidendir. Fareden ürküyorsam veya yılandan irkiliyorsam yahut hamamböceğinden tiksiniyorsam bunların “kalıplaşmış sosyal düşünce ağı” veya atalardan kalma ortak bilinçaltı yoluyla edindiğim sabit fikirlerle ilgili olduğunu görmezden gelemem. Küçük yaşta evde, okulda, sokakta öğreniyoruz “iyi ve kötü” ayrımlarını, “doğru ve yanlış davranış” açıklamalarını ve onların kabullerini. Bazen kimse bir şey öğretmese de biliyoruz çünkü bizden önceki nesillerde bu konuda bir ortak kanı/karar vardı ve genlerle devraldık onları.

Henüz sorgulamayı akıl edemeyeceğimiz zaman ve yaşta yiyoruz gollerimizi. Annemiz, en güvendiğimiz, kucağında güvende olduğumuz fareden korkup kapan kuruyorsa veya hamamböceğinin kafasına terlik fırlatıp eziyorsa bir de üstüne biz de buna şahit oluyorsak, hele hele bilinçaltımızda bunlarla ilgili veri kaydı varsa, hiç sorgusuz kopyalıyoruz, düşünceyi, duyguyu ve hatta tepkiyi. Fare korkutur, kapan kurulur, hamamböceği tiksindirir, görülürse öldürülür!

Peki fare içimdeki hangi farkında olmadığım, orada olmasına tahammül edemediğim veya edemeyeceğimi sandığım derin korkularımı geri yansıtıyor ki ben annemin bu davranışını belki de şaşkınlık bile hissetmeden alıp kendime katıyorum? Ya hamamböceği? O içimde olmasına dayanamayacağım, belki içten içe “benim böyle hissettiğimi, düşündüğümü, arzuladığımı bilirlerse dışlarlar” dediğim hangi yaklaşımlarımla rezone olup yüzeye taşıyor ki midemin bulanmasına sebep olmasını kusursuzca ve otomatik olarak taklit ediyorum? Bu soeuları sormak aklımıza bile gelmiyor.

Ben biraz tuhafım sanırım. Gwliyor benim aklıma bu tür sorular. Hatta bazen aklıma şöyle sorular bile geliyor benim:

-        Acaba ben yukarıdaki örneklerde anlattığım davranışları ilk defa gördüğümde bile zaten öyle olduklarını biliyor muydum?

-        Ailenin ortak bilinçaltından zaten bu bilgiyi çoktan almış ve bir gün açığa çıkmasını bekliyor olabilir miyim?

-        Ben bunları kabul ederken bütün akrabalarım da benimle aynı şekilde mi düşünüyor- düşünmek zorunda mı?

Yeni yapılan araştırmalar bu tür verilerin çoktan bilinçaltımızda kayıtlı olduğunu söylüyor. O veri zaten olduğu yerde öylece uyurken, aniden, bir başka insanın davranış, düşünce biçimi olarak bilinç alanımızda ortaya çıkmasıyla birlikte artık kendimize ait bir inanç kalıbı, davranış biçimi, dürtüsel yaklaşım halini alıyor. Yani hemen kabul edip kopyaladığımızı da anlatıyor yeni araştırmalar. İşte benim tuhaflığım da burada başlıyor. Ben daha bunları hiç duymadan da “zaten öyle olduklarını biliyor muydum” diye soruyordum. Hatta sorumun ikinci yarısında “peki ben neden buna uyum sağlıyorum, başka türlü bir seçim yapamaz mıyım” şeklinde devam ediyordu.

Bunun rezonans yasası ile ilgili olduğunu öğrendim yıllar içinde ve sanıyorum nasıl olduğunu da kavradım. Defalarca da anlattım. Bir daha anlatayım.

“Benzer enerjiler birbirlerine çekilirler” evrensel yasası ile ilgiliymiş hepsi. Ben ailenin geçmişinden gelen bilinçaltı kayıtlara sahibim. O kayıtların da bir titreşimi var. Kendi titreşimiyle örtüşen onunla aynı tınıya sahip bir duygu, düşünce, eylem olmadığı sürece benimle ömür boyu kalabilir ve bir kere bile fark edemeyebilirim. Ancak bir başka zamanda, hayatın her hangi bir alanında bu içsel durumla örtüşen, benzer enerji titreşimine sahip bir şeyle karşılaştığımda, o dışarıdaki şey içeridekiyle tınılaşmaya başlar. O içimdeki şey dışarıya doğru adeta iğnenin mıknatısa kendiliğinden çekilmesi gibi çekilir. Yani dışarıdaki o titreşim içerideki bende bir şeyin yansıması, aynısı ve aynası olarak hareket ettiğinden içerideki gizli gerçeklik dışarıdaki görünen tabloya doğru, görünür olmak üzere hareket etmeye başlar.

İşte ben tam bu noktada ihanet, hıyanet, iki yüzlülük gibi isimlerle adlandırdığımız şeylere, bu noktadan bakmak istiyorum. Bana ihanet eden bilinçaltımda zaten kayıtlı bir anıyı görünür kılmak için önceden anlaşma yaptığım biri olabilir. Bu durumda daha dünyaya gelmeden önce karşılıklı bir anlaşma yapıyoruz. Bu anlaşmada özetle “dünyada bir -mesela- yoksunluklar zamanında benim açlıktan ne kadar korktuğumu bana hatırlatacak biri gerekli, lütfen o zaman geldiğinde bana gece yatakta aç yatma cezası veren ebeveynim olur musun” benzeri bir şey oluyor.(1) Sonra dünyaya gelirken bütün bu kararlarımızı unutup geldiğimiz için ortaya “ya bu senaryoyu gerçekleştirecek seçimler yap(a)mazsak” sorusuna yanıt olacak şekilde bu resmi bize bir şekilde anımsatacak çok sayıda varlıkla da alt anlaşmalar yapıyoruz.

Bu anlaşmaya göre -mesela- babam çok sert ve cezacı biri olacaktır, buna karşılık ben de çok korkak ve pısırık biri. Babam ceza vermesin diye sürekli kendi isteklerimden vazgeçecek ve sonunda haklarını savunamaz bir kişilik geliştireceğimdir (elbette başka bir sürü seçenek de var). Ancak hiç ceza alacak bir davranuşta bulunmadığım sürece hiç bir zaman aç kalmayacak, aç kalmadığım sürece de içimdeki bu derin, büyük korkunun hiç farkında olamayacağım demektir. Ne zamana kadar? Ya babama karşı gelinceye veya...

İşte tam burası zurnanın zırt dediği yer. Seçenekler çok, bir kaç tanesini sıralayalım.

-        Bir gün bir yerde “açım, çok açım” diyen bir insanla karşılaşabilirim.

-        Hatta daha da ötesi olabilir. Mesela evde bir çocuk filmi izlerken, bir Kemalettin Tuğcu kitabı okurken “babası tarafından açlıkla cezalandırılan sanal bir çocuk” konusuyla karşılaşınca.

-        Patronum haksız yere beni işten atıp yeni iş bulamayınca veya bambaşka bir senaryonun hayatta ortaya çıkmasıyla.

Nasıl olacak? İçimdeki o derin, kocaman açlık duygusu tam da farkında olmamı sağlayacak bir senaryoyla benzer bir deneyimle karşı karşıya gelip rezone olacak. Tohum olan filiz verecek, filiz vereni iç gözlerimle göreceğim ve bütün o korku her yerimi sarıp yakmaya başlayıncaya kadar onun varlığını reddedeceğim.

Ben reddtetikçe o kendini göstermek için daha çok dışarıdan geri, bana doğru yansıyacak, daha çok aç çocuk ve sert ebeveyn, ileri yaşlarda ebeveyni temsilen öğretmen, yönetici veya benzeri otorite figürleri karşımda belirecek. Taa ki “ben aç kalmaktan korkuyorum” diye görüp kabul edene kadar o yansımalarla karşılaşmaya devam edeceğim.

Bu anlattıklarım aşağı yukarı bütün karmik kontratların işleyiş biçimi. Ana kontrat aileden biriyle idi ve o gerçekleşemeyince dışarıdakilerle olanlar devreye girdi. Ailemizden pek kaçamayız, kızarız, köpürürüz, ağlar, isyan ederiz ancak kolay kolay bırakıp gidemeyiz, katlanırız ve örseleniriz. Bu yüzden onlarla daha kapsamlı senaryolar yapıyoruz. Zamanı gelince de açığa çıkıyorlar.

Dışarıdaki insanlarla hep yan yana kalmak zorunluluğumuz yok. Beğenmediğimizle bütün ilişkimizi kesip kaçabiliriz. Bunu öngörebildiğimiz yerdeyken, onlarla doğrudan uyaran kontratlar yapabileceğimiz gibi yukarıda anlattıklarım gibi dolaylı çalışacak kontratlar da planlayabiliriz. Ceza veren ve beslenme çantamızı saklayan öğretmen doğrudan babamızın yapması gerekeni yapabilecek modelken, sinemadaki çocuk  hiç tanımadığımız kızmayı bile düşünemeyeceğimiz dolayısıyla kaçmayacağımız bir kimlik rolü ile karşımızda olabilir. Sonuç aynıdır. İçeride görünmez olan önce hissedilir ve sonra yavaş yavaş görünür olmaya başlamıştır.

İçimizdeki bu anılar ne kadar reddedersek o kadar sertleşerek, zorlaşarak dikilirler karşımıza. Tabii her biri bir başka insan kimliğinde görünür olur. İçimizden yansıyan resim dışarıda kendini böyle gösterir. Biz onu görüp kendi içimizin bir yansıması olarak kabul edene kadar da değişmez ve dönüşmez.

Bunu dönüştürmek için ilk adım kendi yansımamız olduğunu kabul etmek ve ikinci adım da hard diskimiz (bilinçaltı) bu veriyi sakladığımız alanı bulup veriyi yeniden yazmak veya tamamen silmek. Nasıl hard diskten her hangi bir veriyi tamamen silemiyorsak bilinçaltımızdan da silemiyoruz ancak kapsama alanını küçülterek veya yazılımı yeniden düzenleyerek etkisini dönüştürebiliriz.

ZSG Sinerjik Şifa Yöntemi bu dönüşümü kolayca yapabilmemiz için oldukça etkili bir araçtır. Şimdi eğitimini almanız için hizmetinizdeyiz.

 

(1)     Daha fazla bilgi için Robert Shwartz'ın Your Soul Plan kitabına bakabilirsiniz.

Ürün

Fiyat

Adet

Toplam

TOPLAM
0 x 0,00 ₺
KDV Dahil